Mediacat Oğuzhan AKAY Söyleşisi

“Mecralar değişiyor, tutumlar ise aynı”

Come to Movida Yaratıcı Ajans Başkanı Oğuzhan Akay’la 80’li ve 90’lı yıllara kapı açıyor, televizyonun altın günlerini konuşuyoruz.

 

80’lerin başındayız. İlancılık’ta reklam filmleri yazan bir Oğuzhan Akay var karşımızda. Ajans Ada’dan da yolu geçen uzun, upuzun bir hikâyenin ucu Movida’ya çıkıyor. Akay’la 80’li ve 90’lı yıllara bir kapı açtık. Televizyonun altın günlerini konuştuk. Bugün yok olmasa da şekil değiştiren birçok şeyin karşılığına baktık. 30 yıl öncesiyle bugünü karşı karşıya getiren bir soru kaldı geriye: Neden o gün herkes reklamcı olmak isterken bugün kimse istemiyor?

80’lerde neredeydi Oğuzhan Akay?

Şimdi geriye bakınca, sanki meslek hayatım süresince birçok farklı hayat yaşamışım gibi geliyor. 1982 yılında başladım reklamcılığa. Bu meslekte 41’inci yılımdayım. Öyle bakınca “dede” gibi geliyor kulağa. Ama hiçbir zaman öyle görmedim kendimi. Kitaplar yazdım, yaşa bağlı olmaksızın sürekli üreten bir insanım. Tiyatro oyunları yazıyorum, hayatta başka motivasyonlarım da var.

Mesleğe TRT’de radyocu olarak başladım. Şimdi de bağımsız bir radyoda gönüllü olarak yayın yapıyorum. Kendi kuşağımdaki isimlerin bir kısmı ajans başkanı ama kaçı fiilen yazıp üretiyor derseniz bilmiyorum ama çok az olduğunu sanıyorum. Bizim kuşağımız hızlı bir teknolojik gelişime maruz kaldı. Daktiloyu da elektronik daktiloyu da bilgisayarı da gördük. Televizyonun kral olduğu dönemden dijitalin ve YouTube’un kral olduğu döneme geldik.

Benim hikâyem İlancılık’ta reklam yazarlığıyla başladı. 90’ların başında Movida’ya ortak oldum. Şimdi bakıp nostalji olarak gördüğümüz ama aslında çok da yaşamak istemeyeceğimiz dönemler vardı. 1993 Madımak Katliamı, açıklığa kavuşamayan suikastler, hükümet krizleri… 94’te dolar üç kat arttı. Diğer yandan da karışık kaset doldurduğumuz, Bizimkiler gibi mahalle dizilerinin izlendiği bir dönem. Tüm bunların içinde bir reklamcılık vardı. Bu dönemlerde bilgisayar geldi. Burada bir art direktörler kuşağı teknolojiye yenik düşerek elendi.

90’larla başlayan hızlı süreç ve internetin hayatımıza girmesi ajanslarda yapılanmayla ilgili olarak çok şeyi değiştirdi. Bu dönemde kadın reklamcı sayısı çok arttı. Özellikle de müşteri temsilcisi olarak… Yine bu dönemde stratejik planlama diye bir şey girdi hayatımıza. Türkiye’nin iyi üniversitelerinden mezun gençler reklamcı olmak için ajanslara başvurmaya başladılar. Çok sağlam bir insan kaynağı akışı oldu ve sektörün çehresi bir anda değişti. Daha uluslararası bir yüze kavuştu. Öncesi daha çok yayın ve edebiyat dünyasından gelen kişilerden oluşuyordu.

Bugün sektörün cazibesini yitirdiğini konuşuyoruz. O gün o gençlere cazip gelen şey neydi?

Ben arkadaşlık ve muhabbetin olduğu, hafta sonlarını orada geçirdiğimiz, ailelerimizin dahi oraya geldiği ajans hayatını yaşadım. Büyük bir arkadaşlık ortamı vardı. Bohem bir hayat değil ama akşam işimiz yayınlandıktan sonra kutlamaya giderdik. Bu da insanlara şunu düşündürttü; bu reklamcılar hem çalışıyor hem eğleniyor hem de iyi para kazanıyor; o zaman ben de reklamcı olayım. Şu anda haksız rekabet var. Bir influencer bir post atarak 150 bin lira kazanıyor. Artık bizim işi yapmak isteyenler daha çok Anadolu üniversitelerindeki çocuklar. Ancak sorun şu ki İstanbul’da ev yok. Bekçi de aynı maaşı alıyor, sektöre yeni giren de aynı maaşı alıyor. Kim, niye reklamcı olsun. Yine de ben geçmişten beri şunu söylemişimdir; siz başarılı olun, para arkanızdan gelir. Bugün kazanmadığınız para aslında hesabınıza yatıyor ve bir gün o parayı alacaksınız.

O dönemlerde yapılan işlerin karakteristiğini nasıl çizersiniz?

O dönem popüler olan slogan olayı ölmedi, yerini hashtag aldı. Markaların sizin adınıza, daha kişisel bir yerden konuştuğu bir yere geldik. İnsanlar markaların sıklıkla ortalarda görünmesinden, çok övülmesinden hoşlanmıyorlar. Daha mütevazı ve kendileri gibi olsun istiyorlar. Ben üstüme bir marka giyiyorsam, onun felsefesini de giyeyim istiyorum. Ama o dönemin yıldızı televizyondu. Biz siyah beyaz televizyonların önüne renkli cam kestirip koyan ve renkli televizyon seyrettiğini düşünen bir ülkenin insanlarıyız. Ana babalarımız yıllarca evlerine telefon bağlatamadı. O yüzde hâlâ telefondan ayrılamıyoruz. 1991-1992’de özel televizyonlar patladı. Ancak hâlâ yeterince program üretilmiyordu çünkü en iyi beyinler reklam sektöründeydi. O dönem insanların eğlencesi de reklamlardı. Neden müzikli reklamlar vardı çünkü insanları eğlendiriyorduk. O sıkıcı programların arasında değişik bir dünya sunuluyordu ve o dünya bize umut veriyordu. Esprili reklamlar yapıyorduk, öyle bir laf söylüyorduk ki tutuyordu. Şimdi de öyle aslında. YouTube ya da TikTok’ta öyle bir şey yapıyorsunuz ki herkes tekrarlıyor. Esasında mecralar değişiyor ama tutumlar aynı.

Kariyerinizde önemli bir dönemi de Demirbank oluşturuyor…

97-98 yıllarında çok hızlı büyüdük. Günümüzün HSBC’si olan Demirbank’ı aldık. Demirbank’ı bireysel bankacılık alanında Türkiye’nin altıncı özel bankası haline getirdik. Biz altıncıyız diye bir kampanya yaptık, bir sene sonra benzerini Amerika’da Morgan Bank yaptı.

Efsane bir filmimiz de var o dönemden. Sanal bir kule vardır. Buraya Demir Bey adını verdiğimiz kişi tırmanmaya başlar. Yukarıda da beş büyük bankanın CEO’su olduğu anlaşılan kişiler, aşağıdan gelen sesleri dinlerler. Demir Bey arada ayağı kayarak kuleyi tırmanır ve yukarı çıkar. Herkes ona bakar. Ayaktadır hepsi, o gider ve farklı tasarımlı koltuğa oturur. O oturduktan sonra diğerleri oturur. Bu, şu anlama gelir: Patron gelir, sonra diğerleri oturur. “Türkiye’nin büyük bankaları arasında altıncılığa yerleştik. Büyük kalmanın, büyük olmaktan daha zor olduğunu biliyoruz. Demirbank iyi günler diler” der. Bizim için büyük bir maceraydı..

Tuğba Öğretmen - Mediacat

https://mediacat.com/mecralar-degisiyor-tutumlar-ise-ayni-oguzhan-akay-soylesisi/

 

 

;